Sercan AYDIN yazdı | PKK’nin Feshi ve Kürt Ulusal Hareketinde Tarihsel Dönemeç!

PKK, kurucu önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025’te yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” üzerine, 5-7 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirdiği olağanüstü kongresinde; örgütsel yapısının feshedilmesi, silahlı mücadelenin sonlandırılması ve “PKK” ismiyle yürütülen çalışmaların durdurulması kararlarını aldı.

Bu kararların kamuoyuna duyurulmasının ardından, çeşitli politik çevreler kendi ideolojik eksenleri doğrultusunda tutumlarını ortaya koydu. PKK’nin 1978 yılında kurulup 1984’te silahlı mücadeleyi başlattığı ulusal devrimci savaş, 1993’teki ilk ateşkesle birlikte yön değiştirerek zaman içinde bir “barış çizgisi”ne evrildi. Bu dönüşüm nihayet, 12. Kongre kararlarıyla birlikte tek taraflı bir fesihle sonuçlandı.

Söz konusu gelişme yalnızca PKK için değil, Kürt ulusal hareketi açısından da tarihsel bir dönemin kapanışını simgeliyor. Bu süreç, aynı zamanda devrimci, sosyalist ve demokratik güçler açısından ciddi değerlendirmeleri ve sonuç çıkarımlarını zorunlu kılıyor. Dün PKK olarak bu çevreyle kurulan ilişkiler, bugün yeni süreçte başka bir biçimde kendini gösterecek. Dolayısıyla, geçmişten bugüne kapsamlı bir muhasebe artık ertelenemez bir görevdir.

Bu yazının amacı, ileride detaylandırılacak bir analiz için zemin oluşturmak ve mevcut gelişmelerin ilk elden genel bir özetini ortaya koymaktır.

PKK, Kürt Ulusu’nun işgal, ilhak ve inkâr düzenine karşı meşru bir isyan olarak doğdu. Marksizm’den en fazla etkilenen Kürt Ulusal Hareketi olarak, “Bağımsız, Birleşik Sosyalist Kürdistan” hedefiyle tarihsel bir mevzi kazandı. Dört parça Kürdistan’da modern, örgütlü ve programatik bir çizgiyle öne çıktı.

PKK’nin önderliği, esasen küçük burjuva öğrenci kökenliydi. 1970’lerin silahlı devrimci atmosferinden ve Vietnam direnişinden etkilenmişti. Ancak baştan itibaren güçlü bir Marksist-Leninist teorik temele oturmadı. A. Öcalan merkezli, eleştiri ve denetime kapalı bir “önderlik” anlayışı egemen oldu. Bu durum zamanla, “önderliği” politik bir figürden ziyade neredeyse dini bir kutsiyet kazanan bir kimliğe dönüştürdü. Öcalan’ın çözümlemeleri, ML klasiklerinin yerini alarak örgütsel eğitim ve ideolojik yönelimde belirleyici hale geldi.

PKK, Türk devletine karşı başlattığı bağımsızlık mücadelesini zamanla barış görüşmelerine odakladı. Ancak bu süreç, devletin gerçek anlamda bir çözüm niyeti taşımaması ve bölgesel-uluslararası güç dengelerindeki değişimle sonuçsuz kaldı. İçerdeki “öz yönetim” direnişlerinin şiddetle bastırılması ve Rojava’daki prestijli direnişe rağmen PKK’nin hareket kabiliyeti daraldı.

Bugün gelinen noktada, PKK’nin 12. Kongresi’nde alınan kararlar, PKK’nin kendi fiili iradesi ile değil, Esad sonrası Suriye’de ortaya çıkan yeni politik denklemin bir sonucu olarak, “düşman iradesi” tarafından gündemleştirildi. Kararlar bu bağlamda İmralı ile AKP-MHP faşist rejimi arasında ABD garantörlüğünde kotarılan bir “ortak projenin” meşru kılıfı oldu. PKK’nin Kandil “önderliği” bu “projeye” karşı alternatif geliştirecek bir öznel kapasiteye sahip olmadığını da böylece göstermiş oldu. Kendini “bitirdi”.

1990’ların başından itibaren Öcalan, Sovyetler Birliği’nin yıkılışıyla oluşan ideolojik boşlukta, pragmatist ve güç dengelerine dayanan bir çizgi benimsedi. Kendi çözüm arayışını emperyalist güçlerin inisiyatifine teslim ederek, Kürt Ulusunun Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı ikincilleştirdi. Anti-emperyalist bir çizgiye asla yönelmedi; tersine, emperyalist güçleri Türk devletine baskı unsuru olarak kullanma arayışında oldu.

Öcalan’ın ideolojik yönelimi; anarşizm, sivil toplumculuk, mistisizm ve liberalizmi içeren bir eklektizme dönüştü. “Devletsiz demokratik ulus” ve “konfederalizm” gibi kavramlarla, devrimci sosyalist geleneği geride bırakan bir çizgiyi temsil etmeye başladı. Bu da sıradan bir Kürt yurttaşının zihninde “ayrılma” ve “devlet kurma” fikrinin felce uğramasına neden oldu.

Geldiğimiz noktada PKK, reformist ve tasfiyeci bir çizgide, sistem içi muhalefetin sınırlarına sıkışmış bir yapı haline gelmiştir. Devrimci perspektiften ciddi bir kopuş yaşanmış, mücadele geleneğinin radikal damarları tıkanmıştır. Bugün PKK’nin sistem içi konumlanışta nerede duracağı dahi belirsizdir. Ancak bu belirsizliğin kendisi, geçmişin diyalektik çözümlemesini daha da gerekli kılmaktadır.

Sosyolog İsmail Beşikçi’nin yıllar önce ifade ettiği bir gerçekliği hatırlamakta fayda var: “İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin bir Kürdistan’ı var. Kürtlerin bir Kürdistanı yok.”

Bugün bu tespiti tersinden okumak mümkün: ABD’nin, Türkiye’nin, İsrail’in bir “PKK”si var ama Kürt ulusunun özgürlük ve bağımsızlık perspektifi olan bir PKK’si artık yok.

Dolayısıyla, tarihsel bir dönemin kapanışı karşısında, devrimci görevlerimiz de yeniden tanımlanmayı bekliyor.

Devrimci hareketin PKK ile kurduğu ilişki de bugün ortaya çıkan sonuç üzerinden yeniden muhasebe edilerek, gerekli doğru sonuçları çıkarmak, gelecek açısından doğru bir yol haritasının yeni kazalara yol açmayacak “trafik kodları” olarak tarif edilmek durumundadır.

Bu noktada devrimci hareketin PKK ile bağı, bir “ilişki ve çelişki” diyalektiğini öngören sağlam bir bilinç zeminine oturmamıştır. Ya sosyal şovenizm sınırlarını aşamayan “çelişki”yi antagonist uzlaşmazlıkla ele alıp, kendi görev ve sorumluluklarının üzerinden atlayıp hep teşhir eden bir sekterizmle ya da çelişkinin üzerinden atlayan yapıcı eleştiri sorumluluğunu unutan, ideolojik görevlerini tatil edip, pragmatist bir ilişki üzerinden liberalizmde demirleyen bir konumda ayak diretmiştir.
Kaypakkaya geleneği kendi tarihsel sürecinde kısa verili dönemler hariç esasta bu iki eğilimden de muzdariptir. Somut koşulların somut tahlili ilkesi çerçevesinde “Ulusal Sorun” Kaypakkayacı bilinçle güncelliği üzerinden yeniden ele alınıp değerlendirildiğinde, bu kapsamda geleneğin bugüne kadar, Kürt Ulusal Hareketi ile kurduğu ilişkide derinlikli irdelenip olumlu ve olumsuz açıdan bir tasnifi sağlayacak sonuca mutlaka gidilmelidir.

Tarihsel materyalist dünya görüşü ile geçmişi gelecek için bugün üzerinden bir bütünlük içinde tahlil eden Marksizm-Leninizm-Maoizm bilimi, sınıf mücadelesini ne salt “işçi” sınıfının sınırlarına hapsederek, ne de devrimin maddi önder gücü olan işçi sınıfını dışarda tutan bir “halkçılıkla” soyut, çarpık bir zeminde kendi görevlerinden bir haber bir konumda mücadeleye önderlik edemez. Başta işçi sınıfı olmak üzere, sınıf mücadelesinin aldığı her bir formasyonda kendini sorumlu hisseder. Görevlerinin üzerinden atlamayıp, ulusal sorundan, kadın sorununa, gençlikten ekolojiye, inanç alanından, enternasyonel alana kadar her bir formdaki özgünlüğün bağlı olduğu sınıf mücadelesinin görevlerini üstlenir. Bunu genel politik devrimci çalışmanın somut örgütlenmesi olarak ele alıp, gereğini yerine getirir.

Buradan bakıldığında genel olarak Türkiye Kuzey-Kürdistan Devrimci Hareketi, özelde Kaypakkaya Geleneği, Sovyet revizyonist blokunun yıkılmasıyla açılan yeni dönemin burjuva ideolojik saldırılarına karşı, esasta göğüs geremedi. Her bir özgün biçimle karşısına çıkan sınıf mücadelesinin toplumsal parçalarını tedricen terk ederek, meydanı burjuva, küçük burjuva düşüncelere bıraktı. Bu durumda işçi sınıfı sorunları Troçkist “entelektüellere”, kadın sorunu anti-Marksist feministlere, ulusal sorun bugün gelinen aşamada “devlet”, “ayrılma” hakkından sömürgeci devlet adına vazgeçen ve kendini “kapatan” “PKK”ye bırakıldı. Tüm bu savruluş “kızıl bayrak”lar eşliğinde atılan “sloganlarla” örtüldü. Bu özgün mücadele parçalarında “çözüm” amaçlı ortaya çıkan hareketlerin inisiyatif aldığı politik alanlarda, onların ardından sürüklenip, kendiliğindenci bir oportünizme yatılmış olundu.

Durum tam olarak budur.

PKK’nin 12. Kongre kararları, bunları yaygın bir şekilde propaganda temelinde ifade eden açıklamaları, bunlarla bilinçlere “enjekte” edilen reformist-tasfiyeci görüş ve uyumlu pratikler, PKK’nin mevcut gücü ve ona paralel ağırlığına uygun olarak, ülke ve bölgeyi ciddi anlamda olumsuz etkileyecektir. Bu durumun doğallığında bizlere de uzanan ciddi sonuçları olacaktır. Sosyalizmden, UKKTH’na, devrimci savaştan, karşı devrimci sınıf ve iktidarlarla kurulacak ilişkiye kadar, çok geniş bir yelpazede ortaya çıkan bu yeni olumsuz tasfiyeci dalga, başta MLM’ler olmak üzere “DEVRİM”de ısrar eden güçlerin, görev ve sorumluluklarına gereği gibi sahip çıktıkları ölçüde kırılacak, sınıf mücadelesinin üzerindeki “toksik” etkileri tedavi edilerek, tarihsel gerçek zemine oturmuş Maoist Halk Savaşı kendi yeni özgün biçim ve özüyle tarihsel rotasına kitlenecektir.

Bundan asla kuşku duyulmamalıdır.

Şimdi aklın ve yüreklerin tekrar devrime kurulma zamanıdır.

Sercan AYDIN

Önceki İçerikKanal İstanbul ve Rant Düzeni