Kanal İstanbul ve Rant Düzeni

Türkiye kapitalizmi, başından beri bağımlı, çarpık ve devlet aracılığıyla işleyen bir sermaye birikim modeliyle gelişti. Devlet, yalnızca düzenleyici değil; doğrudan sermaye birikiminin bir aracı ve aktörü oldu. Sermaye birikimi, fabrikalarda değil; kamu arazilerinin satışında, imar planlarının değişmesinde, kamu kaynaklarının sermayeye aktarılmasında büyüdü. Kamu mülkiyeti, kamusal hizmetler ve ortak yaşam alanları; sermayenin büyümesi için tasfiye edilmesi gereken engeller gibi ele alındı.

1980 sonrası neoliberal dönüşüm, Türkiye kapitalizminin bu bağımlı ve çarpık yapısını derinleştirdi. 24 Ocak Kararları’yla başlayan süreç, IMF ve Dünya Bankası programlarının dayattığı özelleştirme ve piyasalaştırma politikalarıyla hız kazandı. Kamu iktisadi teşebbüsleri bir bir satıldı; tarım destekleri kaldırıldı; enerji, iletişim, ulaşım, maden gibi stratejik sektörler emperyalist sermayenin ve komprador burjuvazinin eline geçti. Devletin ekonomik işlevi, kamusal olanı sermayeye devreden bir mekanizmaya dönüştü. Bu model, bürokratik kapitalizmin somut ifadesiydi: devletin sermaye birikiminin doğrudan aracı olduğu, kamu kaynaklarının özel sermayeye rant olarak aktarıldığı bir düzen.

AKP hükümeti, bu süreci icat etmedi; devraldı, hızlandırdı ve kurumsallaştırdı. Özelleştirmeler yeni alanlara yayıldı; kamu-özel ortaklıkları ve yap-işlet-devret ihaleleriyle kamu kaynaklarının transferi sistemleştirildi; büyük altyapı projeleri, imar düzenlemeleri ve kentsel dönüşüm uygulamalarıyla devletin rant yaratma işlevi merkezileştirildi. Sermaye birikimi, üretimden değil; ranttan, devlet aracılığıyla yaratılan imkânlardan beslendi.

Kanal İstanbul, bu düzenin yalnızca bir parçası değil; en açık ve en yoğun ifadesidir. İstanbul’un kuzeyinde ormanları, su havzalarını, tarım alanlarını yok eden; yerine lüks konutlar, alışveriş merkezleri, lojistik bölgeler tasarlayan bir proje. Ulaşım ihtiyacından değil; sermaye birikiminin yeni alanlara duyduğu ihtiyaçtan doğdu. Kanalın çevresinde yapılan arazi satışları, imar planları, uydu şehir projeleri; hepsi bu rant düzeninin yeni halkalarıdır. Kanal İstanbul, bir ulaşım projesi değil; bir sınıf projesidir.

Türkiye’de Bürokratik Kapitalizm, Rant Düzeni ve Kanal İstanbul

1980 sonrası neoliberal dönüşüm, Türkiye’de sermaye birikiminin üretimden değil; rant, kamu kaynaklarının transferi ve devlet aracılığıyla sağlandığı bir süreci kurdu. Telekom’dan TÜPRAŞ’a, SEKA’dan TEKEL’e, enerji ve maden sektörüne kadar satılan her kamu kurumu, bu düzenin bir halkasıydı. Özelleştirmeler, emperyalist sermaye ve komprador burjuvazi için devlet eliyle yaratılmış birikim araçlarıydı. Devlet, sermayeye kaynak yaratan bir makine dönüştü.

AKP hükümeti, bu modeli sadece sürdüren değil; derinleştiren, hızlandıran ve kurumsallaştıran bir hükümet oldu. Özelleştirme dalgası yeni alanlara yayıldı; sağlık, eğitim, sosyal güvenlik ve ulaşım hizmetleri piyasaya açıldı. Kamu-özel ortaklıkları, yap-işlet-devret ihaleleri, kamu garantileri; devletin kaynak transfer mekanizmalarının sistematik biçimi hâline geldi. Sermaye birikimi, devlet aracılığıyla kamu kaynaklarının özel mülkiyete aktarılması üzerinden büyüdü.

Mega projeler, bu rant düzeninin somut ifadeleriydi. 3. Köprü, 3. Havalimanı, Avrasya Tüneli, şehir hastaneleri; yalnızca inşaat projeleri değil, aynı zamanda devasa kamu garantileri, arazi tahsisleri, imar düzenlemeleri ve kamu borçları üzerinden sermayeye açılmış rant kanallarıydı. Her proje, kamuya yüklenen borçla; özel şirketlere garanti edilen gelirle; kamu arazilerinin tahsisiyle işledi. Devlet, bürokratik kapitalist bir aygıt olarak sermayeye hizmet etti.

İstanbul, bu rant düzeninin merkezindeydi. Kentsel dönüşüm adı altında yoksul mahalleler yıkıldı, halk yerinden edildi, araziler sermayeye açıldı. Kamu arazileri, askerî alanlar, kıyılar, parklar bir gecede imar değişiklikleriyle satılık hâle getirildi. İstanbul, ortak yaşam alanı olmaktan çıkarıldı; sermayenin yatırım ve spekülasyon alanına çevrildi.

Kanal İstanbul, bu sürecin yalnızca bir devamı değil; doruk noktasıdır. Kanal çevresinde milyonlarca metrekare arazi el değiştirdi. Yeni uydu şehir projeleri açıklandı. İmar planları hızla değiştirildi. Daha proje başlamadan, sermaye birikimi başlamıştı: arazi satışları, tapu hareketleri, ön satış kampanyaları. Kanal İstanbul, toprak üzerinden yaratılan birikimin en büyük ifadesi oldu.

Bu proje, ulaşım ihtiyacına yanıt vermek için değil; sermayeye yeni rant alanları açmak, kamu arazilerini özel mülkiyete devretmek, kentsel mekânları metalaştırmak için tasarlandı. Kanal İstanbul, halkın değil; sermayenin projesidir. Doğanın, suyun, toprağın, kentin, halkın yaşam alanlarının sermaye birikiminin nesnesi hâline getirilmesidir.

CHP’nin Kanal İstanbul’a muhalefeti, halkın çıkarını savunan bir muhalefet değil; egemen sınıf içi klik dalaşının bir tezahürüdür. İstanbul Belediyesi üzerindeki denetim mücadelesi, belediye bütçesi ve kaynakları üzerindeki hâkimiyet kavgası, belediyeye yönelik operasyonlar; bu klik mücadelesinin görünüşleridir. Bir yanda Kanal İstanbul’u dayatanlar; diğer yanda onun yerine başka rant projeleri önermekten öteye gitmeyenler. Halk, bu çekişmede yalnızca borçlanan, yerinden edilen, yaşam alanlarından koparılan, yoksullaştırılan taraftır.

Kanal İstanbul, bir ulaşım projesi değil; sınıf çıkarlarının, sermaye birikiminin ve egemen sınıf tahakkümünün bir projesidir. Bu proje iptal edilse bile; aynı düzen yeni kanallar, yeni planlar, yeni rant alanları üretmeye devam edecektir.

Rant Düzenine Karşı Mücadelenin Yönü

Kanal İstanbul, yalnızca bir proje değildir; Türkiye kapitalizminin tarihsel birikiminin, devletin sermaye birikimindeki aracılık rolünün, rant düzeninin ve bürokratik kapitalizmin bir ifadesidir. Devlet eliyle yaratılan rant mekanizmaları, kamu kaynaklarının sermayeye transferi, imar planları, özelleştirmeler ve kamu-özel ortaklıkları; bu düzenin temel taşlarıdır. Kanal İstanbul, bu taşların en büyüğüdür.

CHP ile AKP arasındaki karşıtlık, halkın çıkarını temsil eden bir karşıtlık değildir. İstanbul’un rant haritası üzerinde söz sahibi olma mücadelesidir. Egemen sınıf klikleri, kentin geleceği ve halkın yaşam alanları üzerinde kendi çıkarları için rekabet hâlindedir. Halk, bu klik dalaşında yalnızca yoksullaşan, borçlanan, yerinden edilen, doğasından ve kentinden koparılan bir nesnedir.

Kanal İstanbul’un iptali yeterli değildir. Çünkü mesele yalnızca bir proje değil; bu projeleri üreten ekonomik ve sınıfsal ilişkiler bütünüdür. Rant üzerine kurulu, devlet aracılığıyla işleyen, kamu mülkiyetini sermayeye devreden bu düzen, her iptal edilen projenin yerine başka bir proje koyacaktır.

Gerçek çözüm, yalnızca Kanal İstanbul’a karşı çıkmakla değil; bu rant düzenine, sermaye birikim mekanizmalarına ve bürokratik kapitalist yapıya karşı mücadeleyle mümkündür. Halkın çıkarları, ancak bu düzene karşı sınıfsal bir mücadeleyle korunabilir. Kanal İstanbul’a karşı mücadele, bu düzenin yarattığı tüm yıkıma karşı bir direnişin parçasıdır.

Halil İbrahim

Önceki İçerikİbrahim Kaypakkaya ve Ölümsüzlerimiz Paris’te Duvar Yazılamalarıyla Selamlandı!
Sonraki İçerikSercan AYDIN yazdı | PKK’nin Feshi ve Kürt Ulusal Hareketinde Tarihsel Dönemeç!