TASFİYECİLİĞİN, DEVRİMCİ-KOMÜNİST HAREKET TARİHİNDE 3 DÖNÜŞÜM EVRESİ VE SONUÇLARI ÜZERİNE GENEL BİR BAKIŞ.

Devrimci hareket bugün üçüncü “dönüşüm” sürecini yaşıyor.

MLM literatüründe tasfiyecilik olarak tanımlanan bu dönüşüm, kendi varlık gerekçesi ve başlangıçtaki amaçlarına yabancılaşmayı ifade ediyor.

Özcesi, karşı devrimci baskı koşullarına dayanamayan; önce ideolojik, devamında politik olarak bu baskıdan sakınmak, sürecin devrimci görevlerinden sıvışmak için burjuvazinin kabul edebileceği sınırlara gerileyip kendini baskı ve zordan “kurtaracak” bir dönüşümü gerçekleştiren, burjuva özlü küçük burjuva kaypaklığa denk düşüyor.

Birinci dönüşüm, 12 Eylül Askerî Faşist Darbesi ile başlayıp 90’ların başına kadar uzanan süreçte yaşandı. Faşist darbenin karşı devrimci zor ve şiddeti, 12 Eylül öncesinde en kitlesel bir yerde duran devrimci parti ve örgütleri rotasından çıkardı. Örgüt yapılarını, ideolojik omurgalarını, yeraltına uzanan yasa dışı varlıklarını, kararlı cesur şiar ve programlarını eritip, “yeni bir form”la bambaşka bir kalıba döküp tersten bir dönüşüme uğrattı.

Bu dönemin ilk akla gelenleri Devrimci Yol ve Halkın Kurtuluşu/TDKP’dir. İlki DY’den ÖDP’ye, ikincisi TDKP’den EMEP’e dönüştü.
Bu dönüşüm “kitaba” uysun diye tonlarca yazılar yazıldı. Kırk dereden kırk su getirildi.
Bu dönemin akılda kalan sözlerinden en çarpıcı olanı, M. Pekdemir’in Anne Bak Kral Çıplak kitabında ÖDP’yi teorize etmek için ifade ettiği “parti olmayan bir parti” kurulması gerektiğiydi.

Geçmişin en kitlesel devrimci hareketinin önderleri, devrimcilikten reformizme “parti olmayan bir parti” kurup yeni dönemin görevlerini böylesi enteresan bir partiyle aşmayı iddia ettiler. Hikâyesi biliniyor. Bir türlü ne parti olabildiler ne de belirttikleri o görevleri üstlendiler. Süreç içinde eriyip gittiler. Reformist, marjinal bir “sol parti” olarak 30 yıldır bir arpa boyu yol alamadılar.

EMEP’leşen TDKP de kendi tasfiyeci dönüşüm sürecini özellikle Bulgaristan devrimci sürecinde yeraltı ve yerüstünde örgütlenen model üzerinden teorize etti.
Başlangıçta yeni pratiklerini teoriye uydurmak, bunu izah etmek için bayağı kıvrandılar.
Devamında “yeraltı”sı olmayan bir yasal partiyle yıllardır düzenin sakin sularında sörf yapıyorlar.

Birinci dönüşüm sürecinin bu iki iri kıyım örneği, kendi ayrı özgün süreçlerinden yola çıktıkları tasfiyeci yolculuklarında düzenin aynı limanına demir attılar.
O limanda yeraltı mücadelesinin zorlukları, devrimci şiddetin can pahasına yerine getirilmesi gereken riskleri, ötesinde işkence, hapishane, hücre, sürgün yoktu.
Bedeli ödenmesi gereken Kaypakkayalar’dan, Mahir ve Denizler’den miras devrimcilikten yan çizilmişti. Gerisi, devrimci önderlerin ölüm yıldönümlerinde mezar başlarında yapılan anmalarda “aziz hatıralarına saygı”, kahramanlıklarına övgüden ibaret, kendilerine güncel görev yüklemeyen takvimsel bir görevden ötesi değildi.

İkinci dönüşüm, birinci tasfiyeci dalgaya kapılmayan; göreceli olarak kendini devrimci görevlerle donatıp 90’ların başından 19 Aralık Hapishaneler Katliamı’na uzanan yıllarda dağda, şehirde, yeraltı koşullarında, işkencelerde, kuşatmalarda, hapishanelerde devrimci mevzilerde direnen devrimci, komünist parti ve örgütleri kapsar.

Silahlı mücadeleyi savunan parti ve örgütlerden, toplu ayaklanmacılara kadar, birinci tasfiyeci dalgaya karşı siyasal iktidarın alınmasına dönük ideolojik-politik hatta esasta konumlanan Kaypakkayacı geleneğin iki kanadı TKP(ML), TKP/ML, Parti-Cephe, TKİB, TKİP, MLKP, MLSP-B, TKEP-Leninist’tir.
PKK, ulusal talepler temelinde devrimci konumda silahlı mücadelede ısrar eden; 93’ten sonra bunu Türk devleti ile masaya oturmaya dönük sürdüren özel bir yerde durmaktadır. Üçüncü dönüşümün politik öznesi olarak, içinden geçtiğimiz bugünkü süreçte her yönüyle netleşmiş, silah bırakıp kendini fesheden niteliğiyle değerlendirilecektir.

Devam edelim.

90’lı yılların başından 19 Aralık Katliamı’na uzanan zorlu dönemin devrimci görevlerini üstlenen parti ve örgütler, F Tipi Hücrelere karşı başlatılan Ölüm Orucu Direnişi’ne karşı faşizmin devreye koyduğu tahliye rüşvetiyle birçok kadrosunun “özgür” olduğu yeni bir dönemle karşılaştı.
Bu yeni döneme devrimci görevleri üzerinden cevap veren, başta Kaypakkaya geleneği olmak üzere sınırlı sayıda birkaç devrimci parti ve örgüt oldu.

2000’li yıllardan başlayan bu ikinci tasfiyeci dönemin eritip sınıf mücadelesinde iddiasızlaştırdığı parti ve örgütler, yirmi yıla uzanan bir süreçte marjinalleşerek ideolojik, politik ve örgütsel açıdan etkisizleştiler.

Bu süreci Ulusal Hareket’le kurulan “Birleşik Devrim Hareketi” üzerinden uzatan en ısrarcıları da –birkaçını saymazsak– ülke devrimi açısından iddiasız varlıklarını bu “ittifak” üzerinden, palyatif bir “çözüm” ile bugünlere kadar taşıdılar.
Ne ki, tarih döne döne önlerine aynı soruyu cevaplamaları için koydu: “Şimdi ne yapacaksınız?”

Bu soru aslında ikinci dönüşüm sürecinin başında önlerine konmuş; Kaypakkaya geleneği ve bir iki devrimci parti dışında kalanlar kendi gerçeklikleri üzerinden gerekli cevapları ısrarla vermekten yan çizmişlerdi.
Ulusal Hareket’in Rojava eksenli meşru silahlı direnişine eklemlenme üzerinden ertelenen asli görevler, kendi amaçlarına uygun devrimci bir konumlanmayı sağlayacak bir silkinmeyi ve kendine gelmeyi hep erteledi.

19 Aralık sonrası ikinci dönüşüm sürecinin tasfiyeci akımına en net tavrı, TKP(ML)’den MKP’ye ideolojik, politik, örgütsel her açıdan kendini günün ve sürecin görevlerine hazır hale getirmek için sıçrayan; Cafer ve Aydın yoldaşlarda somutlaşan Öncü’nün 1. Kongre hamlesi olmuştur.

Bu hamle, formel/biçimsel bir değişim rolü, pozu üzerinden değil; esaslı bir muhasebe üzerinden kendi geri, yetmez yanlarıyla hesaplaşarak, niteliksel bir ideolojik sarsılma, özüne dönüş ve günün Halk Savaşı’na önderlik edecek bir görevi, adanmış komünist devrimcilik üzerinden sahiplenmeyle gerçekleştirilmiştir.

Kanıtı Mercan’dır.
“Kanla yazılan tarih silinmez” sözünün tarihin bilincine çelikten 17 irade ile kazıldığı yerdir Mercan.

Mercan, öncü tarihinde doğru ele alındığında bir büküntü olarak devrimci Halk Savaşı’nın zafere yürüyen adımlarıyla aşılacak küçük bir tümsek; ikinci tasfiyeci dalgaya kapılan konformist, tembel, özüne yabancı küçük burjuva kaypaklığı için kullanışlı bir argüman, geçmişe sırtını dönen tövbekâr tasfiyeci adımlar için bir bahanedir.
Mercan’dan günümüze uzanan tasfiyeci postmodern revizyonist hikâyenin değerlendirmesi de ayrı bir başlıktır. Oraya geleceğiz.

Devam edecek..
Erdoğan Sirtikan

Önceki İçerik«Hem Bir Yargı Zaferi Hem de Siyasi Bir Skandal»: Komünist Tutsak Georges İbrahim Abdallah Nihayet Serbest Kalıyor
Sonraki İçerikPKK’nin Silah Bırakma Kararı ve Kürt Ulusal Hareketinin Geleceği: Marksist-Leninist-Maoist Perspektifimiz!