Tarihi Çağrı ve Kürt Ulusal Hareketinin Geleceği: Bir Kırılma mı, Yoksa Yeni Bir Başlangıç mı?

27 Şubat 2025 tarihinde İmralı Heyeti tarafından kamuoyuna duyurulan “tarihi çağrı”, Kürt ulusal hareketi açısından büyük bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor. Öcalan’ın imzasını taşıyan bu çağrı, uzun süren görüşmeler ve pazarlıklar sonucunda varılan bir uzlaşmanın ürünü olarak ortaya çıktı. Ancak, bu çağrının arka planı, içeriği ve olası sonuçları, Kürt ulusal mücadelesi ve Türkiye siyaseti açısından derin tartışmalara yol açıyor.

Çağrının Arka Planı: İktidarın Sıkışmışlığı ve Bahçeli’nin Rolü

Çağrının ortaya çıkış süreci, Türk siyasetindeki gelişmelerle yakından ilişkilidir. Özellikle MHP lideri Devlet Bahçeli’nin daha önce yaptığı “barış çağrısı”, bu sürecin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Bahçeli’nin bu çağrısı, iktidarın Kürt sorunu karşısında sıkışmışlığının bir göstergesiydi. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik, siyasi ve toplumsal krizler, Kürt sorununa yönelik adımlar atılmasını zorunlu kılıyordu. Bahçeli’nin bu hamlesi, iktidarın Kürt sorununa yönelik tutumunda bir esneklik arayışı olarak değerlendirildi.

Öcalan’ın bu çağrıyı yapması, Bahçeli ve Erdoğan’ın beklentilerine cevap verir nitelikteydi. Bu çağrı, iktidar için bir can simidi oldu, çünkü Kürt sorunu karşısında atılması gereken adımlar, iktidarın sıkışmışlığını bir nebze olsun hafifletecek bir çözüm sunuyordu. Ancak, bu çağrının içeriği ve sonuçları, Kürt ulusal hareketi açısından ciddi bir kırılma anlamına geliyor.

Erdoğan’ın İftar Programındaki Açıklamaları: Barış mı, Tehdit mi?

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’daki Dolmabahçe Ofisi’nde düzenlenen “Şehit Aileleri ile İftar” programında sürece ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Erdoğan, “40 yıldır ağır insani ve ekonomik maliyeti olan bir sorunu suhuletle (kibarlık, naziklik) çözme imkanını görmezden gelmek, Türkiye gibi bir ülkeye asla yakışmaz” dedi. Bu açıklama, iktidarın Kürt sorununa yönelik tutumunda bir yumuşama olduğunu gösteriyor gibi görünse de, Erdoğan’ın sözlerindeki diğer vurgular, durumun daha karmaşık olduğunu ortaya koyuyor.

Erdoğan, sorunların çözümünde görüşmeye öncelik verdiklerini belirterek, “Elbette meselelerimizin çözümünde önceliği görüşmeye, konuşmaya ve uzlaşmaya veririz, veriyoruz. Bundan sonra da nefret dili, kavga ve gerilim yerine karşılıklı saygıyı, hoşgörüyü ve diyaloğu gözetmeye devam edeceğiz. Fakat uzattığımız elin havada bırakılması veya ısırılması halinde de demir yumruğumuzu daima hazır tutuyoruz” ifadelerini kullandı. Bu sözler, iktidarın barış sürecine yönelik tutumunun iki yönlü olduğunu gösteriyor: bir yanda diyalog ve uzlaşma, diğer yanda ise tehdit ve sertlik.

Erdoğan’ın “zincirlerden kurtulmak” ifadesi de dikkat çekiciydi. Başkalarının gündemlerine hapsolmadan, kendi önceliklerine göre tarihin akışını değiştirdiklerini belirten Erdoğan, “Ne yapıyorsak ülkemizin kalkınması için, ekonomik, siyasi ve sosyal olarak ilerlemesine engel olan zincirlerinden kurtulması için yapıyoruz” dedi. Bu ifade, Kürt sorununun çözümünün aslında Türkiye’nin ekonomik ve siyasi çıkarlarına hizmet etmesi gerektiği yönündeki pragmatik yaklaşımı yansıtıyor.

PKK’nin Açıklaması: Ateşkes ve Demokratik Siyaset Vurgusu

Öcalan’ın çağrısına PKK’den gelen yanıt, sürecin bir diğer önemli boyutunu ortaya koyuyor. Fırat Haber Ajansı’nda yer alan PKK Yürütme Komitesi’nin açıklaması, Öcalan’ın çağrısını “Çağın Manifestosu” olarak nitelendiriyor ve bu çağrının Kürdistan ve Ortadoğu’da yeni bir tarihsel sürecin başlangıcı olduğunu belirtiyor. PKK, çağrının içeriğine katıldığını ve gereklerini yerine getireceğini ifade ediyor.

Ancak, PKK’nin açıklamasında dikkat çeken bir nokta, ateşkes ilan etmeleri ve silahlı eylemlerden kaçınacaklarını belirtmeleridir. PKK, “Üzerine saldırı olmadıkça hiçbir gücümüz silahlı eylem yapmayacaktır” diyerek, barış sürecine yönelik iyi niyetini ortaya koyuyor. Bununla birlikte, silah bırakma gibi konuların pratikleşmesi için Öcalan’ın öncülüğüne ihtiyaç duyulduğunu vurguluyor.

PKK ayrıca, Öcalan’ın istediği şekilde parti kongresini toplamaya hazır olduklarını, ancak bunun için uygun güvenlikli bir ortamın oluşması gerektiğini belirtiyor. Bu durum, PKK’nin barış sürecine yönelik tutumunun koşullara bağlı olduğunu gösteriyor. PKK, Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması ve demokratik siyasetin önünün açılması gerektiğini vurgulayarak, sürecin başarıya ulaşması için bu koşulların yerine getirilmesi gerektiğini ifade ediyor.

Türkiye’nin Devam Eden Saldırıları: Barış Sürecine Gölge Düşüren Gelişmeler

PKK’nin ateşkes ilan etmesine rağmen, Türkiye’nin saldırıları devam ediyor. Rojnews’te yer alan habere göre, Türkiye, Duhok kentinin Amediye ilçesine bağlı Derelok beldesi yakınlarındaki Linkî Dağı’nı helikopterlerle bombaladı. Amerikan Barışı İnşa Timleri (CPT) üyesi Kameran Osman, saldırının gece saat 01.40’ta gerçekleştiğini ve halkın zarar görmediğini, ancak bölge halkının korku ve endişe yaşadığını belirtti.

Osman, Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı tarihi çağrıdan bu yana Türkiye’nin Kürdistan Bölgesi’ni 8 kez bombaladığını dile getirdi. Bu saldırılar, PKK’nin ateşkes ilanına rağmen Türkiye’nin barış sürecine yönelik tutumunun ne kadar samimi olduğunu sorgulatıyor. Türkiye’nin devam eden saldırıları, barış sürecine gölge düşürüyor ve sürecin başarıya ulaşmasını zorlaştırıyor.

Çağrının İçeriği: Silah Bırakma ve Kendini Feshetme Talebi

Öcalan’ın çağrısının en dikkat çeken yönü, PKK’ye silah bırakma ve kendini feshetme çağrısı yapmasıdır. Bu çağrı, Kürt ulusal mücadelesinin on yıllardır süren silahlı mücadelesinin sona erdirilmesi anlamına geliyor. Öcalan, PKK’nin kongresini toplayarak kendini feshetmesini öngörüyor ve bu durum, Kürt ulusal hareketinin tarihsel bir dönüm noktasına geldiğini gösteriyor.

Ancak, bu çağrının Kürt ulusunun demokratik iradesine danışılmadan yapılmış olması, anti-demokratik bir nitelik taşıyor. Öcalan, Kürt ulusunun kaderi hakkında tek başına karar verme yetkisini kullanmıştır ki, bu durum, ulusal hareketin demokratik ilkeleriyle çelişmektedir. Kürt ulusunun geleceği ve kaderi, ulusun kendisi tarafından belirlenmeliydi. Öcalan’ın bu çağrısı, Kürt ulusunun iradesini yok sayan bir tutum olarak değerlendirilebilir.

Barış ve Demokratik Toplum Tasavvuru: Gerçekçi mi, Hayal mi?

Öcalan’ın çağrısı, “Barış ve Demokratik Toplum” hedefini gerekçe gösteriyor. Ancak, bu hedefin gerçekleşmesi, Türk devletinin ve iktidarın tutumuna bağlıdır. Türk devletinin tarihsel olarak Kürt ulusuna karşı izlediği baskıcı ve inkârcı politika, demokratik bir toplumun inşasını imkânsız kılmaktadır. Öcalan’ın bu çağrısı, Kürt ulusunun meşru haklarını elde etme mücadelesini sona erdirmeyi öngörüyor ve bu durum, Kürt ulusal hareketi açısından büyük bir talihsizlik olarak değerlendirilebilir.

Demokratik bir toplumun inşası, ancak ulusların tam hak eşitliği ve kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesine dayalı bir siyasi çerçevede mümkün olabilir. Ancak, Türk devletinin bu ilkeleri kabul etmesi ve uygulaması, mevcut siyasi yapı içinde oldukça zor görünüyor. Bu nedenle, Öcalan’ın çağrısının “Demokratik Toplum” hedefi, gerçekçi olmaktan çok, bir hayal olarak değerlendirilebilir.

Çağrının Olası Sonuçları: Kürt Ulusal Hareketi İçin Ne Anlama Geliyor?

Öcalan’ın çağrısı, Kürt ulusal hareketi açısından ciddi sonuçlar doğurabilir. Bu çağrı, PKK’nin silahlı mücadelesini sona erdirmeyi öngörüyor ve bu durum, Kürt ulusal hareketinin stratejik bir dönüşüm geçirmesi anlamına geliyor. Ancak, bu dönüşümün Kürt ulusunun meşru haklarını elde etme mücadelesini zayıflatma riski bulunuyor.

Ayrıca, bu çağrının tek taraflı olarak yapılmış olması, Kürt ulusunun meşru haklarını elde etme mücadelesini zayıflatma riskini taşıyor. Bu süreç, Kürt ulusunun bağımlılığını derinleştirecek ve ulusal-demokratik haklarını elde etme mücadelesini zorlaştıracak bir nitelik taşıyor. Bu nedenle, bu çağrıya eleştirel bir gözle yaklaşmak ve Kürt ulusunun meşru haklarını savunma mücadelesini sürdürmek gerekmektedir.

Sonuç: Tarihi Bir Kırılma mı, Yoksa Yeni Bir Başlangıç mı?

Öcalan’ın çağrısı, Kürt ulusal hareketi açısından tarihsel bir kırılma anlamına geliyor. Ancak, bu çağrının içeriği ve yöntemi, Kürt ulusunun meşru haklarını elde etme mücadelesini zayıflatma riskini taşıyor. Bu süreç, Kürt ulusunun bağımlılığını derinleştirecek ve ulusal-demokratik haklarını elde etme mücadelesini zorlaştıracak bir nitelik taşıyor. Bu nedenle, bu çağrıya eleştirel bir gözle yaklaşmak ve Kürt ulusunun meşru haklarını savunma mücadelesini sürdürmek gerekmektedir.

Erdoğan’ın iftar programındaki açıklamaları, PKK’nin ateşkes ilanı ve Türkiye’nin devam eden saldırıları, sürecin taraflarının tutumunu net bir şekilde ortaya koyuyor. İktidarın barış söylemi ile tehditler arasında gidip gelen tutumu, sürecin samimiyetini sorgulatıyor. PKK’nin ateşkes ilanı ve demokratik siyaset vurgusu ise, barış sürecine yönelik iyi niyetini gösteriyor. Ancak, Türkiye’nin devam eden saldırıları, barış sürecine gölge düşürüyor ve sürecin başarıya ulaşmasını zorlaştırıyor.

Barış sürecinin başarıya ulaşması için tarafların eşit haklara sahip olduğu ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanıyan demokratik bir çerçevede ilerlemesi gerekiyor. Aksi takdirde, bu süreç, Kürt ulusunun haklarını daha da erteleyen ve iktidarın çıkarlarına hizmet eden bir uzlaşma olarak tarihe geçebilir.

Şiyar Mercan

Önceki İçerikBARIŞ AMBALAJIYLA SUNULAN TESLİMİYET ZİNCİRİDİR!
Sonraki İçerikSuriye’de Katliamlar Sürüyor Emperyalistler ve Cihatçı Çeteler Halkların Kanını Döküyor!