Metin Kayaoğlu’nun Cambazlığı: Mao’suz Maoculuk ya da Yelken Açıp Kürek Saklamak

Kuşkuya yer bırakmayan bir gerçekliktir ki, tarih 20. yüzyılı, kapitalizmin barbarlığına karşı mülksüzlerin proletarya devrimleriyle sosyalist iktidarlara hayat verdiği bir kızıl çağ olarak anmaktan geri duramayacak. Tıpkı günümüz bilimsel sosyalizminin temsilcilerinin bu muazzam deneyimlere sırtını dönerek bugün bir politik iktidar mücadelesi yürütemeyeceği gibi. Herakleitos’un nehri akmaya devam ededursun; bu büyük zaferler büyük yenilgileri de kendi bağrında taşıdılar. SSCB’de başlayan restorasyon süreci, sınıflar mücadelesinin sosyalizmde de hala bütün yakıcılığıyla devam ettiğinin en net göstergeleriydi. Başkan Mao’nun İleri Atılım sonrası süreçte, “Burjuva Karargahlar” olarak Komünist Parti’yi işaret etmesini ve Kültür Devrimlerinin gerekliliğini günümüzden bakarak sonuçlarıyla görmek daha anlaşılırdır. 

Nitekim proletarya iktidarının en sert kırılma anı, düşmanın cephelerden değil içeriden girdiği andır. Çin devriminde bu an, proletaryanın tarihsel önderi Mao Zedung’un ölümünün hemen ardından gerçekleşti. O güne dek Parti içinde açıkça tanımlanmış olan iki çizgi mücadelesi, Deng Xiaoping’in öncülüğünde bir çizginin diğerini tasfiye etmesiyle sonuçlandı. Mao’nun “parti içinde burjuvazi” olarak tanımladığı karşı-devrimci eğilim, proletarya diktatörlüğü ilkesini terk ederek sosyalist devleti kapitalist restorasyonun zeminine çevirdi. Bu yalnızca Çin’in meselesi değildi. Bu kırılma, devrim ile kalkınma, ideoloji ile teknik, sınıf mücadelesi ile piyasa reformları arasında taraf seçmeyi gerektiren bir tarihsel ayrımın adıdır.

Deng’in adını tarihe yazan şey, bir kedi metaforu ya da özel bölgelerde başlatılan kalkınma planları değildir. O ad, devrimci süreklilik anlayışına karşı “normalleşme” adıyla inşa edilen bir karşı çizginin taşıyıcısıdır. Deng’in yönelimiyle birlikte, sınıf mücadelesi geri çekilmiş, ideolojik seferberlik bastırılmış, proletarya diktatörlüğü yerine “ulusal kalkınma hedefleri” konmuş, işçi ve köylü kitleleri disiplin altına alınarak büyümenin hammaddesi haline getirilmiştir. Bugün Çin’de milyarder partililerle grev yasaklarının yan yana yürütülebilmesi, tam da bu karşı-devrimci sürecin doğal sonucudur.

Bu sürecin Maoist teori adına meşrulaştırılması ise çok daha yakıcı bir sorudur. Deng çizgisiyle hesaplaşmak, yalnızca geçmişi değil, komünist hareketin bugününü de savunmanın gereğidir. Bu sebepledir ki Teori ve Politika Dergisi’nin internet sitesinde yayınlanan Metin Kayaoğlu’nun “Sunuş: Deng Xiaoping’in Maoizmi” başlıklı sunuş metni dikkatimize mazhar olmuş ve Türkiye-Kürdistan Devrimci Hareketi’nin çevresinde yer alıp sosyal emperyalizme açık veya örtük biçimde ideolojik destek sunan bu sınıf karşıtı çizgiye gerekli yanıtı vermek icap etmiştir. Kayaoğlu’nun metni, Deng’in kalkınmacı restorasyonunu, Maoizmin içinde “tarihsel bir katkı” gibi sunmaya çalışan ideolojik bir manevradır. Mao’nun çizgisi ile Deng’in çizgisi arasındaki nitel fark, bu yazıda bulanıklaştırılmakta; Kültür Devrimi küçümsenmekte; sosyalist devrim ile eşitsiz büyüme arasında bir “zorunlu tarihsel geçiş” ilişkisi kurulmaktadır.

Konu, yalnızca tarihsel bir yorum farkı değildir. Kayaoğlu’nun yazısı, Maoist devrim hattına Deng çizgisinin entegre edilmesi yönünde sistematik bir teorik girişimdir. Bu girişim, polemik edilmeden bırakıldığında, sınıf mücadelesi adına konuşan herkesin üzerine sinmiş bir suskunluk üretir. Maoizm, böyle bir geçişkenliğe açık değildir. Mao ile Deng aynı bütünün parçaları değil; iki zıt sınıf yöneliminin taşıyıcılarıdır. Ve bu çelişki, yalnızca teşhis değil, taraf belirleme sorunudur.

Deng’i Mao’ya Yamamak: “Ne İniş Ne Çıkış” Söyleminin İdeolojik İşlevi

Sınıflar arasındaki mücadele yalnız sokakta değil, tarihin kendisinde de yürür. Geçmişin hangi parçasının sahiplenileceği, hangi dönemin hangi çizgi adına konuştuğu ve hangi kopuşun tarafında durulduğu sorusu, teorik nötrlükle değil, açık bir ideolojik konumlanmayla yanıtlanabilir. Bu nedenle tarih, yalnızca ne yaşandığını anlatmaz; kimin gözünden, hangi çıkarla anlatıldığını da içerir. Ve tam da bu nedenle, Metin Kayaoğlu’nun Mao ile Deng arasındaki ilişkiyi “ne inişleri ne çıkışları esas alalım” diyerek ele alış biçimi, yalnızca analitik bir tercih değil; ideolojik bir pozisyondur.

Kayaoğlu, Mao ile Deng’in ilişkilerini çizgisel bir çelişki olarak değil, kişisel bir ilişkisellik alanı olarak sunuyor. Bu yaklaşım, Maoist yöntem açısından kabul edilemez. Mao’nun en temel teorik-pratik ilkelerinden biri, nesnelerin ve süreçlerin içsel çelişki yoluyla anlaşılmasıdır. Mao, Çelişki Üzerine adlı metninde, çelişkinin her nesnenin varoluş koşulu olduğunu belirtir. Bu bağlamda Mao ile Deng ilişkisi de bir uyum alanı değil; bir çelişki alanıdır. Mao ile Deng arasında bir iniş-çıkış değil, bir devrim ve restorasyon ayrımı vardır. Mao’nun çizgisi, Kültür Devrimi boyunca Parti içinde örgütlenmiş kapitalist yolculara karşı yürütülen devrimci mücadeledir. Deng’in çizgisi ise, bu mücadeleyi tasfiye ederek iktidarı yeniden sınıfların ve piyasanın denetimine açan karşı-devrimci bir restorasyondur. Bu iki çizgiyi “kişisel tarihsel farklılıklar” gibi sunmak, çelişkinin niteliğini siler.

Mao, Partiyi sınıf mücadelelerinin sürdüğü bir alan olarak tanımlar. Ona göre devrim yalnızca iktidarın alınmasıyla bitmez; sosyalist toplumda da burjuvazi kendini yeniden üretme eğilimindedir ve bu eğilim doğrudan Parti içinde vücut bulur. İşte bu nedenle, Mao’nun kavrayışında Parti içi mücadele, dışsal bir hizip çatışması değil; sınıf savaşımının ideolojik düzeydeki devamıdır. “Parti içinde burjuvazi vardır” tespiti, bu çelişkiyi teorik olarak netleştiren temel ifadedir.

Metin Kayaoğlu’nun önerdiği tarzda bir bütünlük okuması, Maoist yöntemin bu temel dayanağını ortadan kaldırır. Mao ile Deng aynı teorik düzlemin farklı momentleri olarak sunuldukça, devrimci kopuş çizgisi silinir. Bu da doğrudan iki çizgi mücadelesi anlayışının terk edilmesi anlamına gelir. Oysa Maoist yöntemde, çizgiler arası çelişki, geçişkenlik ya da uzlaşmayla değil; ideolojik mücadeleyle çözülebilir.

Kayaoğlu’nun yazısı, Mao’nun bireysel niteliklerine ve tarihsel iniş-çıkışlarına referans vererek, Maoizm’in esas hatlarını Deng’in çizgisiyle sentezlemeye çalışıyor. Bu öneri, uzlaştırmacı görünse de ideolojik olarak işlevseldir: Mao’nun devrimci süreklilik çizgisi ile Deng’in kalkınmacı restorasyoncu çizgisi, aynı bütünün parçaları gibi gösterildiğinde, aslında Maoizm tasfiye edilmektedir.

Maoist yöntemde birey değil çizgi, dönem değil yönelim, olay değil sınıfsal konum esastır. Bu nedenle, Mao’nun ölmeden önce Deng’e ilişkin açık uyarıları, onun çizgisinin neyi temsil ettiğini göstermektedir. Mao, 1975’te Deng’in “sağcı eğilimlerini” ve “burjuva yönelimlerini” doğrudan hedef almış, Kültür Devrimi’nin ilke ve kazanımlarına karşı olduğu için yetkilerini geri almıştır. Bu, yalnızca bir siyasal manevra değil; karşıt sınıf çizgisine karşı yürütülen ideolojik mücadelenin açık bir tezahürüdür. 

Maoizm açısından kritik olan, kimin hangi anda ne kadar etkili olduğu değil, hangi sınıfın temsil edildiğidir. Deng’in temsil ettiği sınıf, “önce zenginleşenlerin”, “kalkınmanın sınıf eşitliğinden önce geldiğini” savunanların, Parti içinden kapitalizmi restore edenlerin sınıfıdır. Bu sınıfın çıkarlarıyla Mao’nun yürüttüğü devrimci hatla uzaktan yakından bir bağ yoktur. O halde Mao ile Deng arasında çizilecek ilişki, ne inişlerle ne çıkışlarla açıklanabilir. Bu ilişki, bir iç savaş ilişkisidir — biri zaferdir, diğeri karşı saldırı.

Bu nedenle “ne iniş ne çıkış” formülü, teorik nötrlük değil, ideolojik teslimiyettir. Deng’in Mao’ya eklemlenmesi, yalnızca kişisel bir yorum değil, bir çizgiyi diğerine yedekleme çabasıdır. Ve Maoizm’in buna vereceği yanıt, ne soyut bir eleştiri ne de tarihsel bir denge olabilir. Bu yanıt, devrimci kopuşun, proletarya diktatörlüğü altında devrimi sürdürme çizgisinin ve Kültür Devrimi’nin sürekliliğinin savunulmasıdır.

Maoizm Adına Deng’i Meşrulaştırmak: Revizyonist Tarihselleştirme Tekniği

Metin Kayaoğlu’nun yazısında geçen şu cümle, bütün bir ideolojik müdahalenin düğüm noktasını oluşturur:

“Kendisini Marksizmin üç evrensel adından biri olarak gördüğümüz Mao’nun bir dönemdeki bazı tutum ve yaklaşımlarına karşı Deng’in başka bir dönemdeki bazı tutum ve yaklaşımlarını savunmak bizatihi Mao’nun Marksizminin gereğidir.”

Bu formülasyon, yalnızca bir yorum değil, Maoizmin içeriğini çarpıtan bir revizyonist yöntemdir. Burada Deng savunusu, Mao’nun “bazı hatalı dönemleri”ne karşı geliştirilmiş “gerçekçi bir düzeltme” gibi sunulmakta, bu da Maoizm’in içinden bir Mao karşıtı pozisyon devşirme işlevi görmektedir. Oysa Maoizm, teorik olarak herhangi bir dönemsel düzeltme mekanizması değil; bir çizginin sürekliliği ve o çizgiye yönelen tasfiyelere karşı yürütülen ideolojik mücadelenin adıdır.

Deng çizgisini “Maoizmin içsel gelişimi” gibi göstermek, Maoizm’in temel ilkesine, yani proletarya diktatörlüğü altında devrimin sürdürülmesi ilkesine doğrudan aykırıdır. Mao’nun bütün politik hattı bu ilkenin pratiğe geçirilmesiyle anlam kazanır. Kültür Devrimi’nin nedeni de, bu ilkenin Parti içinde dahi kabul edilmemesidir. Mao, 1966’da Parti içindeki burjuvaziyi teşhir ettiğinde, yalnızca o günün hizipleriyle değil, devrimci iktidarın sınıfsal niteliğini tanımayan tüm eğilimlerle hesaplaşmıştır. Bu eğilimlerin teorik temsili, doğrudan Deng’dir. Dolayısıyla Deng’in savunusu, ne Maoizm’in gelişimi ne de zorunlu tarihsel bir geçiştir. Bu, devrim çizgisinin içinden bir karşı-devrimin normalize edilme girişimidir.

Kayaoğlu’nun formülasyonunda Deng savunusu, Mao’nun bireysel niteliği ile onun temsil ettiği çizgi arasındaki ayrımı bulanıklaştırarak meşrulaştırılır. “Mao ile Maoizm özdeş değildir” cümlesiyle açılan bu hat, Mao’nun çizgisini kişisel hatalara indirgerken, Deng’in çizgisini ideolojik bir “katkı” gibi sunar. Oysa Maoizm, Mao’nun ölümünden sonra değil, tam da onun Parti içindeki burjuvaziyi hedef alan mücadele pratiğinde ete kemiğe bürünmüştür. Maoizm, yalnızca devletin ele geçirilmesi değil, sosyalist devletin içinde de sınıflar arası mücadelenin sürdüğünü kavrayan bir yöntemdir. Bu yöntemi reddeden çizgi, Maoizm’in değil, karşı kutbundaki revizyonizmin ürünüdür.

Kayaoğlu’nun Deng çizgisine verdiği bu tarihsel rol, yalnızca geçmişi yeniden yorumlamakla kalmaz, bugünün görevlerini de bulanıklaştırır. Eğer Maoizm, Deng’in düzeltmeleriyle tamamlanan bir süreçse, o zaman devrimde ısrar değil, restorasyonda ilerleme meşrulaştırılmış olur. Bu, yalnızca bir tarih okuması değil; devrimci ideolojinin tasfiyesidir.

Dahası, Kültür Devrimi’nin “simgesel darlık”la tanımlanması, Maoizm’in en ileri deneyimini yalnızca başarısız bir tarihsel epizot gibi sunar. Bu kavram, yalnızca bir küçümseme değil, tarihsel misyonun iptali anlamına gelir. Oysa Kültür Devrimi, Maoizmin devrimci sürekliliğinin, Parti’nin sınıfsal niteliğiyle doğrudan hesaplaşmasının, devrimle kurumsal bürokrasiyi çatıştıran bir kopuş hattının somutlaşmış halidir. Deng ise bu hattın hedefinde olan, Kültür Devrimi sırasında yetkileri alınan, “kapitalist yolcu” olarak tanımlanan, Mao’nun ölümünün ardından tüm bu süreci geri çeviren restorasyoncu eğilimin sembolüdür.

Küçük düşürülmüş Kültür Devrimi ve “tamamlayıcı” hale getirilmiş Deng çizgisi; bu iki hamle, birlikte iş gördüğünde Maoizm parçalanır. Mao’nun çizgisi, onun birey olarak konumuna sıkıştırıldığında; Deng’in çizgisi ise dönemin zorunlu politik koşullarına referansla meşrulaştırıldığında, teoride açıklık yerine belirsizlik, sınıf çizgisi yerine sentez, ideolojik mücadele yerine uzlaşma geçirilmiş olur.

Maoizm’in sürekliliği, yalnızca bir tarih anlatısı değil, bugünün görevlerini belirleyen bir çerçevedir. Eğer devrimci süreklilik Deng ile “düzeltilebiliyorsa”, o zaman bugün kapitalizme karşı devrim çizgisinde ısrar etmek yerine onun “uygun koşullarda geliştirilmesi” savunulabilir hâle gelir. Bu, Kayaoğlu’nun yazısının bugüne dönük en tehlikeli sonucudur: Deng’i Maoizme dahil etmenin bedeli, devrimi gelecek değil, geçmiş bir proje hâline getirmektir. Oysa devrim, geçmişin değil, geleceğin sorunudur. 

Kayaoğlu’nun Kültür Devrimi Çarpıtması

Tarihte bazı kavramlar vardır ki, yalnızca bir dönemi değil, bir yönelimi, bir kopuşu ve bir sınıf savaşımını ifade eder. Büyük Proleter Kültür Devrimi, böyle bir kavramdır. Maoizm’in nitel sıçrama anı, devrimin sosyalist toplum içinde de sürdürülmesi gerektiğinin örgütlü ifadesidir. Kayaoğlu’nun bu devrimi “simgesel bir darlık” olarak küçümsemesi ve ardından Mao’nun “bizzat onu bitirdiği” yalanını sinsi bir burjuva politikacı cambazlığıyla dillendirmesi, yalnızca tarihsel bir yanılgı değil; ideolojik olarak karşı-devrimci bir hattın teorik meşrulaştırılmasıdır.

Kültür Devrimi, devrimci mücadelede benzersiz bir evreyi temsil eder: Parti içinde örgütlenen burjuva eğilimlerin kitlelerin doğrudan eylemiyle tasfiye edilmesi. Bu, devletin sınıfsal niteliğinin hâlâ mücadelenin konusu olduğunu kabul eden bir çizgidir. Mao, burjuvazinin yalnızca üretim alanında değil, ideoloji alanında, kültürde, devlette ve bizzat Parti’nin içinde yeniden doğabileceğini görmüş ve bu doğuşu önlemek için yalnızca kadrosal değil, ideolojik ve kitlesel bir seferberliğe yönelmiştir. Bu seferberlik, restorasyoncu eğilimleri bastırmakla kalmamış, aynı zamanda Maoizm’in temel ilkelerini, yani devrimci sürekliliği, proletarya diktatörlüğü altında devrimi sürdürme gerekliliğini ve halkın doğrudan rolünü teorik olarak temellendirmiştir.

Kayaoğlu’nun bu süreci “simgesel darlık” gibi bir kavramla küçümsemesi, sınıf mücadelesini tarihsel bir paranteze almaktır. Oysa bu devrim, yüz milyonlarca köylünün, işçinin, öğrencinin, kadının doğrudan katıldığı; yalnızca Parti’yi değil, toplumun ideolojik dokusunu sarsan; düşünce tarzında, örgütlenme biçiminde ve siyasi iktidar anlayışında tarihsel bir sıçrama yaratan bir devrimdir. Bu sıçramayı “darlık” olarak adlandırmak, tarihsel materyalizmin değil, burjuva tarihçiliğin diliyle konuşmaktır. Maoist kavrayış açısından Kültür Devrimi, yalnızca Çin halkının değil, tüm enternasyonal proletaryanın teorik ve pratik kazanımıdır. “Hareketimiz Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünüdür” diyen Kaypakkaya yoldaşın bu değerlendirmesi dahi Kültür Devrimi’nin etkilerinin en net ve yalın göstergesi değil midir?

Mao’nun bu devrimi “bitirdiği” yönündeki iddia ise yalnızca tarihsel olarak değil, yöntemsel olarak da temelsizdir. Mao, ölümüne kadar Kültür Devrimi’nin çizgisel sürekliliğini savunmuştur. 1976’ya dek Deng’in yetkilerini kısıtlamış, “dört modernizasyon” adıyla gelişen kalkınmacı hattı eleştirmiş ve Parti içinde bu yönelimin güçlenmesini engellemeye çalışmıştır. Mao’nun “bitirdiği” bir devrim değil, sürdürdüğü bir mücadele vardır. Kültür Devrimi’nin “bitirilmesi” ancak Mao’nun ölümünden sonra, tam da onun hedef aldığı güçlerin Parti’yi ele geçirmesiyle gerçekleşmiştir.

Kültür Devrimi’nin tasfiyesi, sadece bir siyasal süreç değil, Maoizm’in temel ilkelerinin sistematik biçimde çökertildiği ideolojik bir süreçtir. Deng ve onu izleyenler, devrimin sürekliliği yerine “istikrar”, halkın doğrudan politik rolü yerine “verimli yönetişim”, proletarya diktatörlüğü yerine “sosyalist piyasa” kavramlarını geçirmiştir. Bu karşı-devrimci dönüşüm, Mao’nun çizgisine yönelik kapsamlı bir saldırıdır. Kayaoğlu’nun yazısı da bu saldırıyı teori düzeyinde meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

Kayaoğlu’nun yaklaşımında Kültür Devrimi tarihsel bir “evre”dir; Deng’in katkısı ise bu evreyi aşan bir gelişim momenti olarak sunulur. Oysa Maoist anlayışta bu evre bir dönem değil, bir yönelimdir. Kültür Devrimi’nin “tarihselleştirilmesi” onun politik anlamını yok eder. Bir şeyi tarihsel kılmak, çoğu zaman onu ideolojik olarak etkisizleştirme biçimidir. Bugün Kültür Devrimi’nin hâlâ mücadele konusu olmasının nedeni, o devrimin hedef aldığı çizginin hâlâ iktidarda olmasıdır. Deng’in çizgisi yaşamaktadır — ve ona karşı mücadele de sürecektir.

Bu yüzden Kültür Devrimi’ne dair her küçümseme, Deng çizgisinin hâlâ yaşadığı bugünü meşrulaştırmaya hizmet eder. Maoizm, bu meşrulaştırmayı değil, kopuşu temsil eder. Kültür Devrimi bir deney değil, bir çizgidir. Deng bu çizgiye karşı örgütlenmiştir. Ve bugün bu çizgiler hâlâ karşı karşıyadır.

Yeni Zenginlerin Partisi: Deng’in Yolunun Bugünkü Sermaye Devletine Uzantısı

Deng Xiaoping’in “bir kısım insanlar önce zenginleşsin” sözü, yalnızca bir kalkınma stratejisi değil; sınıf ayrımının yeniden üretileceğinin, eşitsizliğin devlet politikası hâline getirileceğinin ve sosyalist ideallerin terk edileceğinin ilanıdır. Bu söylem, üretici güçlerin gelişimini sosyalist inşa ile özdeşleştiren teknokratik zihniyetin açık ifadesidir. Ve bu zihniyetin bugünkü ürünü, milyarderlerin parti yöneticisi olduğu, grevlerin bastırıldığı, işçi sınıfının disiplin altında tutulduğu ve devrimin sadece anma törenlerinde hatırlandığı bir Çin’dir.

Metin Kayaoğlu, Deng’in bu çizgisini eleştirir görünür ama ardından şu cümleyle çizginin tarihsel meşruiyetini yeniden kurar:

“Bu sürecin acımasız eleştirisi devrimci bir görevdir. Ancak bu sürecin, büyük bir atılım için önemli bir tarihsel geri çekilişle başladığını… söyleyebiliriz.”

Ve devamında:

“Çin Komünist Partisi’nin Marksist yönetiminde Çin’in, Deng’in yaşama gözlerini yumduğu yıllardan çok daha iyi bir durumda olduğunu söyleyebiliyoruz.”

Bu cümleler, sınıfsal gerçekliği gizleyen ideolojik formüllerdir. Çünkü bugün Çin’de daha fazla işçi sömürülmekte, daha fazla kapitalist üretim ilişkisi hüküm sürmekte ve daha fazla servet birikimi birkaç elde toplanmaktadır. “Daha iyi durumda olmak” neye göre tanımlanır? Kimin için daha iyi? Hangi sınıfın lehine? İşte burada gerçek Deng çizgisi açığa çıkar: üretimin artması, eşitsizliğin derinleşmesi pahasına kutsanmakta; sosyalizm, salt ekonomik göstergelere indirgenmektedir.

Deng çizgisiyle kurulan bu “başarı toplumu” yalnızca nicel büyümeyi hedefler. Eşitlik, ortaklaşalık, kolektif bilinç, halkın denetimi, sınıfsızlaşma gibi kavramlar ya unutulmuş ya da törpülenmiştir.

Bu anlayışın simgesi haline gelen Deng’in “Kedi siyah mı beyaz mı, önemli değil. Fare yakalıyorsa iyidir.” sözü, sınıfsal karakterin göz ardı edilerek yalnızca sonuçların kutsanmasına dayalı bir pragmatizmin ifadesidir. Burada hangi sınıf için, hangi üretim tarzı temelinde “fare” yakalandığı değil; yalnızca büyümenin kendisi yüceltilir. Oysa Maoist yönelim, yalnızca üretimi değil, üretim ilişkilerini; yalnızca sonucu değil, bu sonucun hangi sınıf adına gerçekleştiğini sorgular.

Deng proletarya diktatörlüğünü hiçe sayarak, üretim ilişkilerini piyasanın ihtiyaçlarına göre “esnetmiş”, eşitsizliği “zorunlu bedel” olarak ilan etmiş, burjuva sınıf ilişkilerini sosyalizmin içeriği gibi göstermiştir. Bugün Çin’deki milyarder partililer, yıkılan işçi mahalleleri, bastırılmış sendikalar ve yasaklı grevler, bu çizginin doğal sonucudur. Kayaoğlu’nun yazısında Çin’in “Deng’in ölümünden daha iyi durumda olduğu” iddiası, bu tabloyu gizleyen bir söylemdir.

Sosyalist devrim yalnızca mülkiyet biçimini değil, üretim ilişkilerini, toplumsal rolleri, ideolojiyi ve devleti dönüştürmek zorundadır. Üretici güçlerin gelişimi tek başına belirleyici ölçüt değildir. Bu ölçüt terk edildiğinde, sosyalizm, kapitalizmin teknik bir çeşidi hâline gelir. Bugünkü Çin bu çizginin ürünüdür. Maoist yönelimde değil; Dengist dönüşümde vücut bulmuştur. Ve bu dönüşüm, yalnızca bir “tarihsel yönelim” değil, devrimin tasfiyesidir.

Mao’nun dediği gibi:

“Xiaoping’in “Üç direktif esas alınmalı” sözü Politbüro ile tartışılmadan, Devlet Konseyi’nde bile konuşulmadan söylenmiş. Benimle de görüşmedi. O, sınıf mücadelesi yürütmüyor; bu onun tarzı. Hâlâ “siyah kedi, beyaz kedi” deyip duruyor – emperyalizmle Marksizmi bir tutuyor.

Her hareketin yaşlı işçilere ve deneyimli kadrolara zarar verdiği söyleniyor. O zaman Chen Duxiu, Qu Qiubai, Li Lisan, Luo Zhanglong’a, Wang Ming, Zhang Guotao’ya; Gao Gang, Peng Dehuai, Liu Shaoqi, Lin Biao’ya karşı çıkmak da mı zarardı? Eğitimin krizde olduğunu, öğrencilerin ders çalışmadığını söylüyor ama kendisi de çalışmıyor. Marksizm-Leninizmi anlamıyor, burjuvaziyi temsil ediyor. “Asla restorasyon olmayacak” diyor – ama bu güven verici değil.

Xiaoping kimseyle içten konuşmuyor, insanlar ondan korkuyor. Halkın fikrine de kulak asmıyor. Bu tarz bir liderlik büyük sorundur.” (Mao Zedung’un Önemli Direktifleri – 3 Mart 1976)

Deng’in cenneti, bolluğun değil, eşitsizliğin yeniden meşrulaştırıldığı bir dünyadır. Ve bu dünyaya, Mao’nun adını vererek ulaşmak, tarihsel sahtekârlıktır. Kayaoğlu’nun yazısı, bu sahtekârlığa Maoizmin içinden bir onay üretmeye çalışmaktadır.

Bu onay kabul edilemez. Çünkü bugünkü Çin, Maoizmin değil, onun tasfiyesinin ürünüdür. Deng’in çizgisi devrimci bir “dönemsel geri çekilme” değil, sınıf düşmanlarının tarihsel saldırısıdır. Ve bu saldırının bugün hâlâ yaşıyor olması, Maoist görevlerin ertelendiği değil, güncelliğinin yeniden keskinleştiği bir dönemde olduğumuzu gösterir.

Halil İbrahim

Önceki İçerikİran-İsrail Çatışması: İşçi Sınıfı Penceresinden Bir Bakış