İran-İsrail Çatışması: İşçi Sınıfı Penceresinden Bir Bakış

İşçi sınıfı olarak bizler, savaşların bedelini en ağır ödeyenleriz. Gazze’de yaşanan soykırımda olduğu gibi, şimdi de İran ve İsrail arasındaki bu yeni çatışmada, emekçilerin kanı ve alın teri üzerinden yükselen iktidar hırslarının acısını çekiyoruz. Savaşı başlatanların kim olduğuna, haklı veya haksız oluşlarına bakmaksızın, bu çatışmanın faturasını yoksul halkların ödeyeceği gerçeği ortadadır.

Rejimlerin İnsanlık Dışı Yüzü ve Bizim Durumumuz

Bahsedilen iki rejim, İran’daki Şii köktendinci rejim ve İsrail’deki Siyonist köktendinci rejim, işçi sınıfının düşmanıdır. Her ikisi de kendi halkına ve diğer halklara karşı baskıcı, insanlık dışı politikalar yürütmektedir. İran’da muhaliflere, kadınlara yaşam hakkı tanınmazken, Kürtlere ve diğer azınlıklara yönelik vahşet de kabul edilemez bir gerçektir; İsrail’de ise “üstün ırk” saplantısıyla Gazze’de soykırım yapılıyor. Bu iki rejim de, kendi iktidarlarını sürdürmek adına emekçileri birbirine kırdırmaktan çekinmiyor. Bizim için önemli olan, bu zalim rejimlerin savaş çığırtkanlığına prim vermemektir. Onların güç oyunları, bizim ekmeğimize, geleceğimize kast ediyor.

Emperyalist Çatışmalar ve Nükleer Silahlar İkiyüzlülüğü

Savaşın gerekçesi olarak sunulan “İran’ın nükleer silah yapma olasılığı” tamamen bir aldatmacadır. İsrail’in kendisi onlarca yıldır nükleer silaha sahipken ve BM denetiminden kaçarken, İran’ın denetime açık nükleer programını bahane etmesi tam bir ikiyüzlülüktür. Bu, emperyalist güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda bölgeyi daha da istikrarsızlaştırma çabasından başka bir şey değildir. Nükleer silahlar, işçi sınıfının boynuna vurulmak istenen bir kılıçtan başka bir anlama gelmez. Silahlanma yarışı, silah tekellerinin ve savaş baronlarının cebini doldururken, bizleri daha da yoksulluğa ve yıkıma sürüklüyor.

Savaş Suçları ve Halkların Mağduriyeti

İsrail’in sadece nükleer tesislere değil, İran’ın askeri, siyasi ve akademik unsurlarına, sivil halka ve hatta gazetecilere yönelik saldırıları, açıkça savaş suçudur. Bu saldırıların amacı, yalnızca İran rejimini zayıflatmak değil, aynı zamanda bölgedeki hegemonyasını pekiştirmektir. Ancak bu süreçte en büyük zararı yine ezilen halklar görüyor. Şehirler yıkılıyor, evler barklar dağılıyor, masum insanlar hayatını kaybediyor. Biz işçilerin kanını dökenler, ne yalnız İran ne de İsrail rejiminin yöneticileridir; her iki tarafın da çıkarlarını koruyan egemen sınıflardır.

ABD’nin Savaşı Derinleştirme Çabası: Bize Düşen

İsrail’in zor durumda kalmasıyla birlikte ABD’yi savaşa dahil etmek için yoğun bir baskı kurması, Ortadoğu’da daha büyük bir felaketin habercisidir. ABD’nin Ortadoğu’ya yaptığı askeri sevkiyatlar, bölgeyi daha da kan gölüne çevirme potansiyeli taşımaktadır. Trump gibi figürlerin savaş çığırtkanlığı, silah tekellerinin ve emperyalist güçlerin çıkarına hizmet etmektedir. Biz işçi sınıfı olarak, kendi hükümetlerimizin de bu savaş kışkırtıcılığına ortak olmasına karşı durmalıyız. Kendi ülkelerimizde ve uluslararası alanda, ABD’nin ve diğer emperyalist güçlerin bu savaşa müdahalesine karşı sesimizi yükseltmeliyiz.

Batı’nın İkiyüzlülüğü ve İslam Ülkelerinin Sessizliği

Batı dünyasının, özellikle Avrupa Birliği’nin, İsrail’i koşulsuz desteklemesi ve hatta saldırıya uğrayan İran’ı kınaması tam bir skandaldır. Bu durum, onların ikiyüzlülüğünü ve emperyalist çıkarlarını bir kez daha gözler önüne sermektedir. Batı medyasının tek taraflı ve manipülatif haberciliği, Gazze’deki soykırımda olduğu gibi, gerçeği çarpıtma amacını taşımaktadır.

Daha da acısı, “şanlı İslam alemi” olarak adlandırılan ülkelerin, Yemen dışındaki (ki Aden körfezi nedeniyle sıra orada) çoğu İslam ülkesinin sessizliği, hatta bazılarının İsrail’e yardım etmesi, bu rejimlerin de kendi halklarının değil, egemen sınıfların çıkarlarına hizmet ettiğini göstermektedir. İşçi sınıfı olarak, bu iktidarların yalanlarına ve oyunlarına kanmamalıyız.

Savaşa Karşı Tek Ses: İşçi Sınıfının Mücadelesi

Bu savaşın bilançosu, kaybedilen canlar ve yıkılan hayatlar olacaktır. Biz işçi sınıfı olarak, bu savaşın bir an önce durması için mücadele etmeliyiz. Savaş, patronların ve iktidarların oyunudur; bedelini ödeyen ise her zaman bizler, emekçileriz.

Savaşa hayır! Savaşın değil, barışın ve halkların kardeşliğinin sesini yükseltelim! Bu yıkıma dur demek için dünya işçi sınıfı olarak aşağıdaki adımları atmalıyız:

  1. Savaş karşıtı enternasyonalist bir cephe oluşturmalıyız: Uluslararası işçi sendikaları, sol örgütler ve savaş karşıtı hareketler arasında güçlü bir dayanışma ağı kurarak ortak eylemler düzenlemeliyiz.
  2. Emperyalist müdahalelere karşı kendi hükümetlerimize baskı yapmalıyız: Savaş kışkırtıcısı politikalara karşı kitlesel protestolar, grevler ve yaratıcı, dikkat çekici eylemler düzenlemeliyiz. Kendi ülkelerimizin Ortadoğu’daki askeri maceralara ve silah satışlarına son vermesini talep etmeliyiz.
  3. Silah sanayine ve savaş baronlarına karşı durmalıyız: Silah şirketlerinin kâr hırslarına hizmet eden tüm faaliyetleri ifşa etmeli ve bu endüstrinin toplumsal denetime alınması için mücadele etmeliyiz.
  4. Propagandalara karşı gerçeği savunmalıyız: Ana akım medyanın manipülatif ve tek taraflı yayınlarına karşı alternatif bilgi kaynakları oluşturmalı, dezenformasyonu engellemeli ve halkları bilinçlendirmeliyiz.
  5. Sömürüye ve eşitsizliğe karşı mücadele etmeliyiz: Savaşların temel nedenlerinden biri olan sınıfsal sömürüye ve ekonomik eşitsizliklere karşı topyekûn bir mücadele başlatmalıyız. Komün bir dünya düzeni için barışın ancak sosyal adaletle mümkün olduğunu unutmamalıyız.

Dünya üçüncü büyük paylaşım savaşının eşiğindeyken… işçi sınıfının tarihsel misyonu çok önem taşımakta…

Serdar Okan

Önceki İçerikSercan AYDIN yazdı | PKK’nin Feshi ve Kürt Ulusal Hareketinde Tarihsel Dönemeç!
Sonraki İçerikMetin Kayaoğlu’nun Cambazlığı: Mao’suz Maoculuk ya da Yelken Açıp Kürek Saklamak